20091229

pek bir ilginç hadiseler

3

dizi teklifi aldım bugün.
okul çıkışı yemek yerken aradılar. atv'de yayınlanacak bir gençlik dizisiymiş. başroldeki çocuğun kankası olacakmışım.
devamlı bir proje olduğundan okulumu aksatır korkusuyla reddettim.
çok içime sinmedi gibi de kararım ama bilmiyorum.
hafta sonu projeleri için arayacağız yine dediler. bakalım.

istiyorum ama gerçekten böyle bir projede yer almayı. ölmeden önce yapmam gereken şeylerin arasında kesinlikle.

okuldan arkadaşlarımla avatar'a gittik bugün. 3 boyutlu. çok başarılı buldum. ciddi anlamda çok beğendim. şiddetle tavsiye ederim.

cinebonus'un gözlüklerini de yürüttük bu arada. tuvalete giderken sepetin içinde bir tane daha buldum onu da aldım lakin gözüm doysun diyerekten çıkarken onu bıraktım.

ben iyi bir insanım.

iki gündür bir kahve falı muhabbetidir gidiyor. saatlerimizi harcıyoruz resmen 'hahaha, hihihi'. pek bir ferah, pek bir temiz çıkıyor gerçi. hiç kötü bir şey yok. sebeplenip mutlu oluyorum ben de.

güzel şeyler oluyor gibi yavaştan yavaştan hayatımda. kendimi iyi hissettiriyor.
fallarda da söylemişlerdi zaten bana eheh.

20091228

2

bir kaç damla gözyaşı dökebildim aylar sonra.

şu anda tek istediğim şey sevgi dolu sımsıkı saracak kollar ve gözyaşlarımla ıslatmama izin verilmiş bir omuz.

SHIT!

noluyor yaa? aa!!

4

tüm terslikler niye beni buluyor bu aralar?

dün hazırlandım, montumu giydim bir güzel. evden çıkmak üzereyim, Charlie di tabak kırdı. sehbanın üzerinde unutmuşum, çat üzerine bir atladı tabak yerlerde bin parça. hadeee, kalk kırıkları topla, süpür.

mutfağa girdim pilav yapayım diyerekten. lambanın yanmasıyla sönmesi bir oldu. ampul patladı sanırım. kim değiştirecek şimdi onu.

perdeyi çekerken tezgahın üzerindeki kedi maması poşetini döktüm biraz önce. çok kızdım. toplamadım. duruyor öyle.

ve şu bulgur pilavını yaparken bir kere dibini tutturmayayım yahu. bir kerecik. lütfen, nolur.

tamam düzelecek, düzelecek de hadi ama yaa!

NOT: biraz evvel mutfaktan gelen 'fıtır pıtır fıtır!' seslerinden anladığım üzere paketin içinde kalmayı başaran mamalar da artık charlie tarafından yerlerde sanırım.

aferin kedicik. hep destek, tam destek böyle!
2

kim derdi 21'inde türk sanat müziği dinleyeceksin diye.
belki birileri derdi. bilmiyorum. ama ben inanmazdım sanırım.

gerçi bundan normal bir şey yok başka bir tafartan bakarsan.
ben türk sanat müziği dinleyerek büyümüş bir çocuğum. anneannemler TRT'nin TRT olduğu zamanlarda sürekli radyodan türk sanat müziği dinlerlerdi. hatta o zamanlarki favori şarkım 'dönülmez akşamın ufkundayız'dı. yemin ediyorum bak.

evde de durum farksızdı zaten. sürekli TRT4 açık, türk sanat müziği programları yayında. gerçi aynı programı 350 kere veriyorlar. sunucunun nerede ne söyleyeceğini ezberliyorsun bir yerden sonra. anneme yakınmışlığım çok olmuştur 'aynı programı seyredip durmaktan ne zevk alıyorsun' diye. cevap olarak da 'sen aynı şarkıyı birden fazla kez dinlemekten ne zevk alıyorsan aynı zevki alıyorum.' demişti. 'program için değil şarkılar için açık bu kanal.' diye de eklemişti.

canım annem. özledim.

NOT: aa orta okuldayken yıl sonu müsameresinde 'ceylanların pınarı' şarkısında solo performansımı sergilemiştim velilere. yok varmış içimde, varmış. ben bilememişim.

one more night...

0



try as he might he's unable to speak
he grabs her by the hair, he strokes her on the cheek
the bed is unmade like everything is
dark little heaven at the top of the stairs
take me like that, ruin it all
then build it again by the light in the hall
he drops to his knees says please my love, please
i'll kill who you hate, take off that dress, you won't freeze

one more night, that was a good one
one more night, i dreamed it was a good one
one more, one more night, that was a good one
one more night, the end should be a good one
a good one

he starts with her back cause that's what he sees
when she's breaking his heart she still fucks like a tease
release to the sky, look him straight in the eye
and tell him that now, that you wish he would die
you'll never touch him again so get what you can
leaving him empty just because he's a man
so good when it ends, they'll never be friends
one more night, that's all they can spend

one more night, that was a good one
one more night, i dreamed it was a good one
one more, one more night, that was a good one
one more night, the end should be a good one
a good one...

dinleyebilin diye;
http://listen.grooveshark.com/#/song/One+More+Night/9275165

NOT: hızımı alamadım yine.

20091227

R.I.P.

2


blog yazarları huzur içinde uyuyun.

NOT: her yazıya da bir resmim var. eferin bana.
0


düşündüm de istanbul'da en çok onu seviyorum sanırım.

evet bir hayvanı buradaki tüm insanlardan daha çok seviyorum. ne garip.

insan olmak zor zanaat.

hazırlanıp çıkmalıyım şimdi arkadaşımın annesi mantı yapacak bize :)

20091226

full house

1


o kadar çok severdim ki çocukken bu diziyi. ömürlük resmen.
şimdi izlediğimde bir şeyler hissediyorum çok yoğun ama ne hissettiğimi bir türlü bilmiyorum.
mutlu gibi oluyorum, ağlamaklı gibi oluyorum, heyecanlı gibi oluyorum, kederleniyorum gibi de...
bilemiyorum ama işte.

şu duygu karmaşası en büyük acılardan beter!
ne hissettiğini bilememek çıldırtıyor bir yerden sonra.

jesse dayı ve michelle'in çok sevimli görüntülerinin olduğu bir video. izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
bakalım siz ne hissedeceksiniz.

http://www.izlesene.com/video/facebook-2f0449aa/1123305/&ref=facebook_title

beyaz

0


beyazlaştım yine.
daha doğrusu yeniden farkına vardım beyazlığımın.

güneş doğacaktır ya elbet.
hep doğdu.
yine doğacak.

o zaman yine parlayacak kanatlarım ışıl ışıl.
güneş ışığı yansıyacak, beyazlığımda gök kuşağının o görkemli renkleri doğacak.

umudum var.
hep vardı.
hep de var olacak.

20091224

izleyici

2

şu kimliğini bir gizleyip bir açan izleyicim.
kimliğini henüz deşifre edemedim. niye yapıyorsun ki böyle şeyler sen? yapma arkadaşım şunu.
bir gün 58 bir gün 59 ertesi gün yine 58 ertesi günün ertesi günü yine 59.
ama bir yakalarsam seniii...

20091222

içim

4


içim bir garip.
içim çok garip. garip içim.
içim bunalıyor.
bunalıyor böyle...
içim bulanıyor hem. bulanıyor, karışıyor...
içimde bir şeyler var. garip, korkunç, kötü bir şeyler.
sevmedim ben.
oraya buraya çarpacak gibiyim kendimi. kendime gelemeyecek gibiyim.
öyle absürd şeylere ağlıyorum ki.

kedime bağlanıyorum. içim acıdıkça böyle,canıma canıma iğneler saplandıkça daha çok daha çok seviyorum. o aciz muhtaç hallerini gördükçe, şaklabanlıklarına güldükçe çok,daha çok...

daha önce deniz vardı ona bağlanırdım. belki de hayatımdaki rolünün değişmiş olması da yıpratıyor bu kadar beni. içimde öyle büyük bir boşluk var ki, tarifsiz. beni yutacak gibi.

doldurmaya çalışıyorum sanki bilinçsizce. ama korkuyorum kendimden. bir başka soyut istemiyorum! lütfen!

20091220

sen

0


bazen yalnızlık daha ağır geliyor ve çok daha fazla arıyorum yokluğunu.

sebepsiz yere ağlamalarım başladı yine.

ve bu şekilde zaman ilerledikçe yaşadığım her şeyden seni sorumlu tutuyorum.

çok erken sevdim seni. bari 'sen' gerçekten olsaydın da öyle sevseydim.

olmayan birini beklemek her şeyden daha zor. tanımadığın birini sevmek hepsinden...

bana hoş gelmese de 'ben'sizken 'sen'in mutlu olduğunu düşünmek istiyorum. başkalarında 'ben'i arayan ama umudunu kaybetmeyen yılmayan bir 'sen' olmalı oralarda.

yorulursan ne sen kalır ne de ben.

zaten yoruluyorsan sen hiç sen olmamışsındır ki.

bir gün bir yerde 'sen' ve 'ben' olacağız...

'sen'i seviyorum...

20091219

KURBAN 'Sahip' albüm tasarımı

2

öyle bir şey ki o albümün kapağı...
ben yapsam ancak o kadar olur yani.
söylemeyeyim diyorum, diyorum geçen cumadan beri ama 1 hafta dayanabildim en fazla.
böyle ilk defa bakarken nasıl bir heyecan ve mutluluk içerisine girdim anlatamam.
çok şahane. çok çok şahane.
detayına giremiyorum henüz, albüm çıkınca alın kendiniz takdir edin artık.
ben aldığım albümlerden birinin içini çıkarıp çerçeveticem ama. hatta cd'yi de yanındaki çiviye asıcam çünkü cd'nin üzerinde de şahane bir espri var.
burak'ın ve kız arkadaşlarının emeklerine sağlık. deymiş. epey çok olmuş.

çıksa da alsak yahu!

bir de söylemedim sanırım; sonunda 'la boheme' çalan müzik kutularından temin ettim 2 adet. mutluyum.
yarın öğleden sonra beşiktaş pazarına gitmeyi planlıyorum merve ve güneş'le. çok uygun fiyata şahane ev aksesuarları almış melis. evimi bir parça daha sıcak ev moduna sokmamın zamanı geldi diye düşünüyorum.

NOT: ben bu yazıyı dün yazdım fek-at internetimin 3 dakikalık periotlarla kesilmesi sebebi ile yayınlayamadım a gençlik!

20091216

nichole kidman

1


nasıl bir canlıdır bu kadın anlamış değilim ben. bu kadar mı güzel olunur yahu, bu kadar mı yani, pess.
biz nasibimizi alamadık ama hamileyken çok baksam benzer mi acaba çocuğum? hani öyle saçma bir söylence vardır ya halkın dilinde. nolur nolmaz ben bakarım yine de. gerçi bir parça eziyet gibi oluyor bu kadına bakması. bakıyorum, bakıyorum sonra aynada kendimle burun buruna gelince 'ööyyk bu ne be!' oluyorum böyle. o da kötü.
ne kadarı estetik bilemem ama benim yer yüzünde gördüğüm en güzel kadın. gerek fiziği gerekse yüz güzelliği bakımından her şeyiyle benim için en kusursuzun tabiri diyebilirim.

ayrıca o şekilde keskin bakışlar beni hep çok etkilemiştir. kadın olsun erkek olsun hiç farketmez. geri kalan her yeri çirkinse dahi öyle yukarıya doğru keskin kaşlara ve keskin bakışlara sahip biri beğenimi kazanır hep.
çok baktım fotoğraflarına mest oldum yazmadan rahat edemezdim şimdi. günün anlam ve önemiyle hiç bir alakası yok. hatta bu günün özel bir anlam ve önemi de yok, yeni bir gün olmasından başka tabi.
'yeni gün'leri, 'yeni yıl'ları sevmişimdir hep. bugüne kadar gerçekleşmemiş beklentilerin her birinin olabilme ihtimaliyle gelirler çünkü. umuttur.
'yeni ay'lara karşı o kadar duygusal yaklaşmıyorum. sebebini sorma ben de bilmiyorum.

neyse nichole kidman işte...

20091215

proje başarısı

3


6o aldım projeden. projem şu idi;
tuvalet kağıdı rulosunu ton balığı konservesinin içine sığacak yükseklikte kestim, etrafına çam ağacı süslediğimiz ışıkları sardım sonra konserve kutusunun içine koydum üzerine de beyaz naylon poşetten halkalar kesip paket lastiği yardımıyla kapattım. yan yana beş tane yaptım bu şekilde. yemin ediyorum çok güzel oldu yaa valla billa bak. hatta bak yani, fotoğrafı da bu yukarıdaki. tabi orada daha 1 tanesi var ama işte yan yana 5 tane düşün ondan işte yaa sen de allahalla!
fotoğrafta gerçeğinden çok bin kat daha etkisiz. çok can alıcı albenisi bol birşey oldu. notum da 60! o 6'yı kıvırıp 0'ın ortasından geçirmek suretiyle hocama takdim ediyorum. projeyi yaparken kestiğim parmağı komple kesip bir kutu içinde teslim edeceğim en kısa zamanda.
20 alan bile var yaa. boşuna yapmış yani yapmasa da çok bir kaybı olmazmış kanımca.
çamaşır suyu şişesini ortadan kesip kürek yapan arkadaşı 90 aldığı için ayrıca bir tebrik ediyorum.
ilgilenip yorum yazan parmaklarınız dert görmesin inşalla...

gidip teknik resim ödevini yetiştirmeliyim şimdi.
uykum var çok.
ödevi yapmak için önce masanın üzerindeki dünden kalan üçbinsekizyüzellialtı tane bulaşığı toplayıp, ağzını kırdığım burger king'in karton bardaklar içine koyduğu kolanın tabınından akan sızıntısını masanın üzerinden ve yerden temizlemem lazım.

bir insanın hevesi ancak bu kadar kırılır. pess!!

20091214

keşke bir şarkı olsam

2


hep bana şarkı yazılsın istedim. kimse yazmadı.
eski erkek arkadaşım öyle anlık gelen bir doğaçlama yapmıştı gitarla fi tarihinde. 'sağ yanımdaki meleksin...' falan gibi sözleri vardı tam hatırlamıyorum şimdi.
bir de hayatımın filmini yapmak istiyordu. 'amelie' gibi böyle. ondan çok çok daha iyi olacağını idda ediyordu.
ama ben şarkı olmak istiyorum en çok.
herkesin dinlediği, söylediği ama kimsenin bana yazıldığını bilmediği mesela. bilinmese söylenmese de olur.
sadece ona ve bana özel mesela.
hepsi olur.
teklifleri değerlendirebilirim diye düşünüyorum.

NOT: karşınızda siyah beyaz kedim: vik vik teyze hürrem charlie di.

20091213

proje ödevime yardım bekliyorum sevgili bloggerlar!

8


ya size bişey sormak istiyorum ben. şimdi lafta 54 kişi izliyor ya hani beni (lafta diyorum çünkü toplasan yorum yapan 3, 5 kişi var, onlar da çok sağolsun sevgilerimi sunuyorum hepsine fırsat bulmuşken) benim şu tasarıma giriş dersim için ilginç fikirler bulabilir miyiz acaba dedim. dedim yani. şimdi, şuanda aklıma geldi benim bu.
bakın ambalajlardan yeni bir tasarım yapmam gerekiyor benim ve sağolsun(lafta) hocacım ne sunsam beğenmiyor.
konuyu şöyle biraz açayım aydınlatayım sizi. ambalaj derken aklınıza gelen içindekini tüketip dışındakini çöpe attığımız her şey olabilir. misal içecek şişeleri, yoğurt kapları, yumurta kutuları v.s. hatta bir parça daha genişletti hocamız sağolsun(yine lafta sağolsun) gazeteler, çizilmiş kullanılmaz hale cdler falan da dahil olabilecekmiş. (sanki beğeniyor da onlar eklense ne olacak peh!)
benim geçen hafta sunduğum fikri söyleyeyim fikrimin üstüne hocanın attığı bokla beraber. şöyle düşündüm; dedim en çok ne tüketiyorum ben, çöpte ne oluyor genelde makarna poşeti ve konserve ton balığı tenekesi. heh konserve tenekesi süper. ne yaparım... ne yaparım... saat yaparım ben bundan. iç kısmına saatin mekanizmasını yerleştiririm, tabanın tam ortasını delerim akreple, yelkovanı geçirdiğim bareti çıkarırım oradan, akreple yelkovanı yerleştiririm kral olur. o konserveyi açtığımız halkanın olduğu kısımdan ister duvara asarım, istersem onu masaya paralel şekilde indirip destek olarak kullanırım masa saati olur. nasıl fikir? (çalanı yamarım, gözünün yaşına bakmam! yapın, evde kullanın fekat 'çok yaratıcıyım bir anda aklıma geldi işte.' diye hava atmayın ona buna. bi blogdan okudum yazık kızcağızın proje fikriymiş hoşuma gitti yaptım deyin e mi?)
beğenmedi hanım! gerekçe olarak söylediğine bakın siz 'oradaki o tenekenin malzeme niteliğinden yararlanmıyormuşum ben. teneke olmasının bir özelliği yokmuş yani yalnızca şeklinden faydalanıyormuşum. tamam doğru söylediği yanlış değil amaaaaaaaaaa lan biz atık ambalajları değerlendirmek adına yapmıyor muyuz bu projeyi zaten? hıı? o konserve tenekesi çöp olmaktan kurtulup yeni bir nitelik kazanarak değerlendi mi? değerlendi. eeeeee??
şimdi şöyle bir beyin fırtınası yapsak süper olmaz mı? yorumlar patlasa böyle, ilgileniyormuş gibi görünseniz en azından mutluluktan benim gözlerim dolmaz mı?

NOT: hiç yorum gelmezmiş... kendimi keserim hülen!
NOT2: resimdeki tasarım da beni benden aldı bu arada.

la boheme

0


aa bak deniz falan derken esas ne anlatmayı unuttum ben yahu.
3 haftadır falan 'la boheme'in operasına gitmek için can atıyorum. süreyya operası da burnumun dibi bu arada. duvarları ses geçirmez olmasa belki evden bile dinlerim o derece.
ya dur! buradan girmeyeyim ben.
şimdi 1buçuk, 2 ay önce bir kırtasiyede minicik el yapımı müzik kutuları gördüm. böyle dışında da üzerinde ünlü tabloların resimleri olan kutulardan yapmışlar o çevirdiğin kolu dışarıda bırakmışlar. o kutuyu çukarında müzik kutusu aksamı çıkıyor ortaya öyle görselliği olmayan bir şey yani. çıkarmıyorsun işte. her neyse. böyle o miniminnacık sapından tutup çeviriyorum nasıl güzel melodiler çıkıyor. mozart, beethoven'ın besteleri falan hepsi böyle. ben 'la boheme'e tav oldum. böyle öldüm, öldüm dirildim orada. kasada adamın karşısında bi 15 dakika falan manyak gibi elimde kutu çaldım durdum. bir tane denize bir tane de kendime alayım dedim. sonra nedense almadan çıktım. bir sonraki gittiğimde la boheme'lerin hepsi bitmişti. dudaklarımı büzüp çenemi titrettim adama. 'yine gelir' dedi. hatta gözlerimdeki parıltıyı görmüş olmalı ki indirim de yapacağını söyledi. (o minimini müzik kutusu aksamı 20tl çünkü)gittim durdum ama gelmedi. belki gelir...
işte böyle bir sabah evden çıkıp okula doğru yürürken afişini gördüm süreyya operasında. birazcık geçmiş olduğumdan dönüp önüne gidip tekrar baktım afişe. sonra gülümseyerek ve bir parça sekerek yoluma devam ettim.
okula gidip insanların kafasının etini yedim 'nolur gidelim, nolur gidelim' diye. ikna ettiğim toplulukla kadıköye geldiğimizde gidip operaların günlerinin ve saatlerinin bulunduğu bir broşür aldık. 11 aralık cuma 20.00, 12 aralık cumartesi 16.00'da varmış bizimkilerden tee atatürk havaalanının oralarda oturanlar olunca cumarteside karar kıldık.
dün sabah 8e kadar falan gözümüzü kırpmayıp ağzımızı kapatmadığımız için denizle 12 buçuk gibi falan uyandım. 1 saat geçti denizi uyandırmaya çalıştım, uyanmıyor. bilgisayarı açtım internette gezindim biraz, kedimle oynadım, arkadaşlarımla haberleştim yine uyandırmayı denedim yine uyanmıyor ben de kalktım cicilerimi giydim. böyle yüksek bel pantolonlar, topuklu ayakkabılar falan (ilk defa operaya gidicem ya hani hesapta) parantez 2: (o topuklu ayakkabıları da 2. giyişim oldu ha, ilk defa mezuniyette giymiştim). gittim denizin yanına operaya gittiğimiz söyledim ne zaman gelirsin dedi bilmiyorum 2 saate falan biter heralde dedim, türk filmi aktristleri seslendirmesiyle 'bekliyoruz efendim o zaman' dedi (uykuda bile geyik). suratımda tebessümle çıktım evden 'tık tık!'.
opera binasından içeri girdik bilet almak üzere. gişedeki ukala tipli, suratında meymenet olmayan kız 'bugün özel oyun, davetiyeyle alıyoruz bilet satmıyoruz.' dedi. o bu cümleyi kurarken ben; kızla irtibatımızı sağlayan camdaki delikten, topuklu ayakkabılarımla kızın suratının ortasına 'uçan depik' savurduğumu hayal ediyorum tabi.
bir sinir bir stres çıktık binadan. dedim beni bu kafayla anca waffle paklar. koştuk bir waffle yedik ki hayatımda ilk defa waffle'ımı bitiremedim. (normalde bir tane yedikten sonra ayılık yaparak ikinciyi yeme hayalleri kuran bir insan canlısıyım)
sonuç olarak; denizi evde bırakarak, topuklu ayakkabı giyip, waffle yemeğe gittim.
bitti

garip

2

offf o kadar çok konuşuyor o kadar çok hareket ediyor ki bu deniz. anaaaam! hiç bitmeyen tükenmeyen bir enerjisi var. hani bana da derler onu 'bi yorul artık, hareketsiz kal bir süre, sus otur...' gibisine ama ben bu kadar da değilim be yahu.
ben de o şekilde yoruyor muyum insanı acaba?
söylediklerine yaptıklarına gülmekten yoruldum resmen bir süre sonra. çok garip bir adam bu.

benim o koskoca 7 yıl boyunca aşık olduğum adam bu mu bilemiyorum ama işte artık. büyüsü mü kaçtı ne olduysa...

var olan deniz yılmaza aşık olup kafamdaki deniz yılmazdan kurtulmam gerekirken neden böylesine hissiyatlar içerisindeyim, kafam niye böylesine karışık bilmiyorum.
beraber izdivaç programı izlerken (nasıl bir eğlence anlayışımız varsa) 65 yaşındaki apartmanları olan bir dedeye daha 20sini doldurmamış bir kızcağız talip oldu. 45 yaş! 'çok sempatik buldum, beğendim' diyor başka bir şey demiyor hanım kızımız. biz de bunun geyiğini yapıp eğleniyoruz, öyle gülüyorum denizin söylediklerine falan neyse çat diye 'biz 15 yaş var aramızda diye kasıyoruz' dedi arada 'hönk! neiiyy?!' diye kaldım böyle. denizin bunu düşünmüş olacağını düşünmemiştim hiç. yani bunu derken hani o ve ben hadisesini.
garip oldu.
ben zaten garibim.
böyle iyice garip oldu.
her bir şey garip değil mi zaten.
hayat ne garip ulen...

20091210

rüzgar benimle t.ş.k geçmeyi bırak!

0

ışıklığın kapısını zorlayıp 'pat! pat!' diye ürkünç sesler çıkaran şey rüzgardır eminim. bu saatte hiç gerek yok paranoyalarla gerilmeye. lütfen.
telefonumun ilk arananını 155 yaptım.

kurmasam kafamdan, kurmasam sonra inanmasam... off!

ama taşındım taşınalı ilk defa oluyor ama. neyse kedim var. 1 buçuk aylık falan olsa da bir şey yapar heralde dimi?!

ağzına sıçim evin de 3 tane girişi var! biri normal kapı biri bahçeye açılan kapı biri de ışıklığın kapısı. sanki içgüveysiyim kaynım, görümcem, kocam, çorçocuk hep beraber yaşıyoruz. ne gerek varsa böyle beşbinüçyüzseksenaltı odalı kapılı eve!

yaa niye böyle sesler var yaa! şiddetli şiddetli. panik atak gelecek amaaaa! heeeeyy!! yeterr!!

korkmuyorumkorkmuyorumkorkmuyorum!

NOT: hayatım böyle film sektörünün her dalına el atmasa keşke. korku, gerilim geri kalsa mesela. te allam!
ı ıhh fotoğraf falan eklemeyeceğim yazıya manyak mısın yaa böyle uç buçuk uç buçuk halimle...

NOT2: kedim işe yarıyormuş. tangır tungur televizyonun üzerinde ne varsa yere düşürdü biraz önce. epey gürültü çıkardı. art niyetli bir bey varsa da kaçmıştır bu gürültüye. evet evet kaçmıştır.
e yine 'pat!' sesi geldi. rüzgar bu rüzgar artık. kesin rüzgar. gitti kötü adam. rüzgar...

nolur nolur nolur!

1


Bir adım atsan bana doğru
Görüversen sonra beni
Ne hali varsa yalnızlığın
O da bunu görse bari!

Bir kere olsun n’olur n’olur
Göz göze gelsek senle, sonra
Dursa biranda tüm yalanlar
Unutsak neymiş dünya hali!

Esas söylediğim
Bak ben zır deliyim!
Ya benimsin ya da ölüsün!
Budur tek söylediğim!

Nolur nolur nolur!
Bu suç belki af bulur!
Nolur nolur nolur
Kendini bana ver!
Gözden çıkardım yari
Yalnız ölmesem bari!
Nolur nolur nolur!
Kendini bana ver

allam çok güzel yahu!
yerimde duramıyorum bu şarkıyı dinlerken de söylerken de. çoşup taşıyorum böyle.
şu sıralar beni dinlemek zorunda olan insan kişilikleri bu blogdan haberdar değil lakin yine de çevreye verdiğim bitmeyeceğine kanaat getirdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim...

20091207

makinemin an ve an milleşmesi...

2

ahh o güzel cihaz...
çok aşık oldum yahu bildiğin gibi değil.
o bir canon 30D.
bakınız kara gözlümün cumartesi günü gittiğimiz ambalaj fuarındaki marifeti:

görüldüğü üzere fotoğraftaki bir robot. bir güzel gazoz şişesini açıp bardağa doldurup size ikram ediyor. hatta bu işlemi tamamladıktan sonra da yanında asılı duran çanı çalıyor. şahane bir şey. bir parça daha geliştirilirse geleceğin biyonik nuri alço'su olmaya aday neheh.

sonraaa, bakınız bu da o fuardaki sadist maymun. mıncıklayan herkesin bir taraflarını ısırdı muhakkak. tabi ki o sırada makinamdan başka bir şey düşünemez olduğumdan objektif arkasında kalmayı tercih ederek maymuncuğun zulmünden nasibimi almadım.

veee son olarak da benim yeni ve daimi ev arkadaşım. o bir vik vik teyze! vik vik teyzelik yapmanın yanı sıra başlıca görevi oramı buramı tırmıklayıp, ısırmak sureti ile beni yara bere içinde bırakmak. bu denli masum göründüğüne bakmayınız demek istiyorum yani. bu fotoğrafı çektiğim dakikalarda uykudan yeni uyanmıştı. şu anda bile klavyenin üzerinde pıtı pıtı gezinen parmaklarımı bir numaralı kurban seçip, atar damarımı parçalamak istercesine bileğimi ısırmakta. zannediyorum ki vampir isteğim tanrı tarafından yanlış anlaşıldı. evcil hayvandan ziyade şöyle beyaz tenli kaslı karizmatik bir sevgiliydi benim istemekteki esas amacım. neyse...

20091203

o ki muazzam bir fotoğraf makinesi...

2

daha önce hiç görmediğim bir fotoğraf makinesine aşık oldum birkaç hafta önce. çektiği fotoğrafları gördüm ve bu benim için yeterli.
bir saniye olsun aklımdan çıkaramıyorum. ona sahip olmalıyım!
yarın görmeye gideceğim onu ve şu 1 hafta içinde de onu satın almaya yetecek param tamı tamına toparlanmış olacak diye umudediyorum.
istiyorumistiyorumistiyorumsistiyorum. sistiyorum ne lan hayvan ehiehi! (bkz: panik-unutma)

kırmızı balon

2


küçük bir kız çocuğu varmış. her çocuk gibi oyuncakları çok severmiş. oyuncakçı dükkanlarının önünden geçerken saatlerce seyredermiş vitrinini. o çok cafcaflı, albenisi bol olan oyuncakları... kimisi pahalı, kimisi ucuzmuş. ucuz olanlardan birini almak istermiş hep ama bakarmış ki diğer pahalı, güzel oyuncaklar kadar eğlendirmeyecek onu vazgeçermiş almaktan. paramı biraz daha biriktireyim o en güzellerinden alayım dermiş kendi kendine.

çocuk yuvasına gitme yaşı gelmiş. annesi kaydını yaptırmadan önce gidip önce bir ziyaret etmek istemiş yuvayı. hep yuvaya gidebilecek kadar büyük olmak istediğinden son derece heyecanlıymış. koşar adım girmiş yuvaya. yuvadaki çocukların hepsinin elinde birer tane oyuncak varmış hatta kimisinde bir kaç tane. bir kaç tane oyuncağı olan çocukların oyuncakları o çok pahalı olanlardan değilmiş. ama pahalı oyuncakları olanlar da varmış. pahalı oyuncağı olan çocukların çoğu çok sert davranıyormuş oyuncağına. üzülmüş küçük kız. o oyuncağa kendisi sahip olsa asla o kadar haşin davranmayacağını düşünmüş. ama onun yokmuş işte.

yuvadan ayrılırken bir parça burukmuş küçük kız. oyuncağı olmadığı için. oyuncağı daha önce de hiç olmamış ama yuva ziyaretinden sonra her şey değişmiş. çocuk yuvasına giden herkesin bir oyuncağının olduğunu annesi söylemiş daha önce ona ama o oradan biriyleriyle arkadaş olabileceğini ve oyuncağının yokluğunu pek de o kadar hissetmeyeceğini düşünmüş hep. yuvadaki diğer çocukları gördüğünde değişmiş fikri. çocukların hepsinin de kendisi gibi hiç oyuncağı olmamış olsa bile onlarla vakit geçirmekten o kadar da zevk almayacağını farketmiş. kendisinden farklı görünmüş hepsi gözüne. farklıymışlar da. çok farklı.

dudaklarını sallamış son derece karamsar duygular içerisinde bunları düşünerek kaldırımda ilerlerken yolun karşı tarafında parıl parıl parlayan kırmızı bir şey ilişmiş gözüne. uzakta olduğu için ne olduğunu net göremiyormuş. adımlarını sıklaştırmış. yürüdüğü kaldırım boyunca o kırmızı cisimle aynı hizaya gelinceye kadar gözlerini ondan hiç ayırmamış. aynı hizaya gelince ise onun ağacın dalına takılmış kırmızı bir uçan balon olduğunu farketmiş. oyuncağı olmadığı için tasalanırken ne de güzel tesadüfmüş o öyle. içindeki burukluk ve karamsarlığın da etkisiyle bir anda çılgınca ona sahip olma isteği sarmış minik bedenini. hem de parasından bir kuruş dahi kaybetmeden sahip olabileceği bir oyuncakmış bu güzel kırmızı balon onun için. hem daha önce o renkte o parlaklıkta bir balon görmemiş olması balonu daha çekici kılıyormuş.

kafasındaki bu delice istekle yanakları al al olmuş kırmızı balona bakarken bir anda kocaman bir sorununun olduğunu farketmiş. (hayır altını ıslatmamış tabiki) kırmızı balon karşı kaldırımdaki ağaçlardan birinin dalına takılıymış ve daha önce hiç karşıdan karşıya geçmemiş küçük kız. üstelik de böylesine büyük bir yoldan. ama istiyormuş o balonu. karşıdan karşıya geçmenin yollarını arayarak etrafına bakınırken kırmızı balonun farkında olan bir kaç çocuk ilişmiş gözüne. az evvel gördüğü buldukları bir sokak kedisinin kuyruğuna teneke bağlayarak eğlenen çocuklarmış bunlar. balona biraz uzak mesafede olmalarına rağmen onlar balonla aynı kaldırımdaymış fakat boyları küçük kızdan daha kısa görünüyomuş. kız balona ulaşamayacaklarını umudediyormuş. ama kırmızı balonunu diğer çocuklarla paylaşma fikri dahi balona sahip olma isteğini başlı başına bir hırsa dönüştürmüş. artık küçük kız için o balondan güzel bir oyuncak olamazmış.

kaldırım boyunca bir sağa bir sola koşmuş geçebileceği bir trafik ışığı bulma ümidiyle. o sırada biraz ileride kendisi için son derece dik ve yüksek merdivenleri olan bir üst geçit olduğunu farketmiş. etrafta trafik ışığı da olmadığına göre hiç tereddüt etmeden üst geçide doğru koşmuş. ilk bir kaç basamağı kolay çıkmış fakat o yüksek basamaklara çıkmak için çok efor sarfetmesi gerektiğinden her basamakta biraz daha tükeniyormuş bacaklarının kuvveti. basamaklar bitip üst geçitin köprü kısmına geldiğinde takatsiz bacaklarına, delicesine çarpan kalbine aldırış etmeden olanca gücüyle aşağıya inen merdivenlere doğru koşmuş. bir solukta uçarcasına inmiş merdivenleri. artık kırmızı balonla aynı kaldırımdaymış ve tam da tahmin ettiği gibi diğer çocuklar balona ulaşamıyorlarmış.

küçük kız balona doğru koşarken yüzüne doğru çılgınca bir esinti çarpmış ve o esintiyle balon takıldığı daldan kurtulup küçük kıza doğru savrulmuş. küçük kız ipinden tutmaya çabalarken kırmızı balon göğsüne sarılmış. kız balonun bu hareketini şaşkınlıkla karşılasa da kollarıyla sarmış balonu, daha da göğsüne bastırmış. balona doğru koşarken etrafındaki rengarenk oyuncaklar dizili hiç bir vitrini görmemiş. hiç bir oyuncağın fiyatına dahi bakmamış küçük kız. balonunun ipi elinde yüzünde kocaman bir tebessümle ilerlerken bir yandan da ayağı takılsa bile balonunun onu düşmekten kurtaracağını düşünüyormuş. tabi ya o bir uçan balonmuş sonuçta. her ayağı tökezlediğinde ipini daha da sıkı tutuyor daha da bağlanıyormuş balonuna.

bir süre balonuyla yürüdükten sonra onun içinin hava dolu olduğunu farketmiş. hiç beklemediği bir anda patlayabileceğini ve aslında o balondan daha dayanıklı ve eğlenceli oyuncakların da olabileceğini düşünmüş. bir müddet beklerse biraz daha para biriktirip öyle bir oyuncak alabilme umudunun olduğunu düşünmüş. hem belki annesi ona öyle bir oyuncak hediye edermiş. umut da olsa hayal de olsa düşünmüş. kırmızı balona sahip olduktan sonra, böyle yakından bakınca o kadar da parlak ve kusursuz değil miymiş yoksa? imkansızlıklarının farkında olduğundan o mu çok büyütmüş acaba? şöyle sert bir rüzgarda parmaklarının arasından kaçıp gider miymiş ki çok sevdiği kırmızı balonu? belki de kendisi bırakırmış sonunda ipini neden olmasınmış?

kırmızı balonuna kavuşmuş fakat bu iyi mi olmuş kötü mü bilmiyormuş küçük kız. kafasında binlerce soru ve düşünceyle kalakalmış...

20091202

0

hızımı alamadım valla bunu da yazacağım. en iyi türk sanatçı mangaymış! gözlerim doldu sinirden hıçkıra hıçkıra ağlamama ramak kaldı gördüğümde. sanatçı lan. sanatçı ünvanı!
MTV avrupa müzik ödüllerinde 21 ülke arasında bizi temsil edecek. ediyor hatta. bugün ilk 5 açıklanacaktı. ne oldu bilmiyorum.
zevkimizi tebrik ediyorum!

vakti zamanında moğollar vardı. avrupada müzik adına ismimizi bangır bangır bağırtmasa da şöyle bir fısıldatmıştı aldığı ödülle. yetmişti de. ama ne oldu? tarih!

kaliteliydik o zaman. cahit berkaylar, barış mançolar, erkin koraylar, fikret kızıloklar...

aşifteleşiyoruz.

sahip

0


evet. kusuyorum...

yeter artık yahu illallah dedirttiniz. bana bile.

anacım tamam çok şahane, çok kaliteli müzik yapıyorsunuz. dinledikçe ağzının kenarından salyaların sızıyor hazmettikten sonra da mevlanalaştığını hissediyorsun. muazzam hissiyatlar bunlar. tek kelime lafım yok laf söyleyene lafım çok. amma ve lakin albüm bittikten sonra çıkartmak için niye dokuz ay bekliyorsunuz. bitmiş bitmiş olmuş o. bekledikçe insanları kasıyorsunuz, geriyorsunuz. bir çoklarının hevesi kaçıyor, daha bir çoğu da şahsi olarak kaçıyor.

bitmiş halini 2 ay önce dinledim ben ki ondan da öncesinin olduğuna eminim. e albüm kapağıyla ilgili konuşuyordun 1 ay önce deniz bey. o da bitmiş demekki. e o zaman? hitlerlik yapmanın alemi var mı? bu zulmü bu dikdatörlüğü sadece kereme özgüre ve burağa yapmıyorsun esas olan dinleyici kitlesine oluyor.

evet SAHİP olmak istiyorum artık! hemen bir an önce hem de!

'param yok çık çık çık, pulum yok çık çık çık' modunda geziyorsunuz hepiniz sonra kahrediyorsunuz beni. e sen böyle yaparsan çulsuz gezersiniz tabi. beni dilendirtiyorsun ortalıkta sonra 'ağbi noğlur KURBAN'ın albümünü al ağbi, hayvan gibi kaliteli müzik yapıyorlar yaptıklarıyla kalıyorlar ağbi, akıllarını yitirecek adamlar be ağbi, hakkını vermemiz lazım sürünmesinler artık daha fazla hadi be...' diye. salak salak insanların ağız kokusunu çekiyorum meramımı anlatıcam diye kasım kasım kasılıyor, gerim gerim geriliyorum.

arabesk yapacaksın bu ülkede araya rap atacaksın şarkıları da elektroyla, bassla, bateriyle çaldın mıydıydı tamamdır bu iş. piyasaya oynayacaksın. sen bilmiyorsun bu işi KURBAN. öyle ağır laflar etmeyeceksin her zekanın anlamaya yetmediği. ilkokul bebeleri banyoda söyleyebilecek şarkılarını. toplumsal mesaj vermeler falan senin neyine! 'git beniii yanlıızz bıraaak, ben acıların çocuğuyuum yanıyorum kavruluyoruuuumm' olacak mesela.

onu geçtim sanattan anlayan bir topluma mı hitap ediyorsun sen? az önce üstü kapalı tasvir ettiğim grubu da geçtim bu adamlar ismayilyeğkağ dinliyorlar be adamım.

neyse...

bu albüm de harcanırsaaa... eğer bu hayvan gibi albüm de harcanırsa tövbe billah tasarım masarım yapmam bu ülkeye ben. babamın dediği gibi çeker giderim mis gibi patentimi yurt dışından alırım. hem paraya para demem, hem adım olur, hem de tasarımımı tasarımdan anlayan kıymet bilen insanlar kullanır.

bana bu lafları da ettirdiniz ya helali hoş olsun size emdiğiniz süt sevgili yurttaşlarım!

KUSTUM BİTTİ!

20091201

saçmalardan seçmeler

0


-evde bazen korktuğumda kedim yanımda olsun istiyorum. ne saçma. halbusi öyle korkulacak bişey gelse, benim her bir ayrıtı 10ar cmlik küplere ayrılmış halimin dahi giremeyeceği bir yere girer, döt gibi bırakır beni.
korkunç bişey gelmesine bile gerek yok hatta, böyle kocaman tüylü pofuduk oyuncak ayı gelse bile kaçar (oha lan ben de kaçarım! düşünsene, kocaman oyuncak ayı geliyor odana...)

-kayıp nişanlı diye bir film izledim geçende. audrey tautou oynuyor. şey yapıyor böyle 'eğer buradan oraya koşup arabanın geçişine yetişebilirsem nişanlım askerden dönecek.' falan. ben de yapardım bunu küçükken farklı şekillerde. uyduruk bir örnek vereyim; '5e kadar sayıyorum, kantin kapısından hoşlandığım çocuk girerse o da benden hoşlanıyor demek olacak.' gibi gerçekleşme ihtimali çok düşük olan şeyler yapardım ben. gerçekleşmeyince de üzülürdüm çok. ondan sonra bıraktım zaten.

-hani bazı mandalinaların içinde, büyük dilimlerden birinin yanına yapışık miniminnacık bir parça mandalina dilimi olur ya. heh. küçükken onları yemezdim bebek diye. kaloriferin üzerine koyardım minik olduğundan sonra onlar orada kururdu.

-televizyonun yanındaki hoparlöre leblebileri sürtmek suretiyle leblebi tozu yapmaya çalışırdım. başarılı da olurdum. ama leblebi tozlarının hepsi (çok mantıklı olaraktan) hoparlörün içende kalırdı. yiyemezdim.

-bu yaşıma geldim hala ayağımı ağzıma sokabiliyorum. yapmıyorum tabi ama istersem yapabiliyorum onu anlatmaya çalıştım. neyse...

NOT: Resimdeki ben değilim. çok şükür.

bu kadar. ananı da al git şimdi!